Unspoken Rules
Dün gece kuzenimle Beyoğlu'nda bir barda, dışarıdan gelen ışığın aydınlattığı masamızda ilişkilere farklı bir açıdan bakmaya çalıştık. Dedik ki; Evlilik nası bize toplumun dayattığı bir olgu ise ve bunu yaşamanın gerekliliği de toplum dayatması sonucu "başarı" haline geliyorsa, ilişki de toplumun dayattığı bir olgu. O yüzden "Evlenmek istemiyorum.Birlikte yaşayalım" diyenler de aslında toplumun dayattığı bir olgudan kaçarken diğerine tutuluyor. Dayatılana karşı çıktığını ve kendi yolunu çizdiğini zannediyor ama olay o kadar basit değil.
Ayrıca, dünyada ilişki yaşayan bütün insanlar benzer kalıplar içerisine nasıl girebilir? Tanışma/ etkileşim/ilişkinin başlaması/kıskançlık/tripler/kavgalar hep benzer temeller üzerinde geçiyor. Sevgilisinin "tribini" çekmeyen ne kadar "marjinal" insan vardır ki? Ya da trip yapmayan? Bunları konuşurken Sosyoloji'ye dalıp tek eşilik konusu üzerine konrta argümanlar da kurduk.
İlişkilerin bir dolu yazısız kuralı var. Her ilişkide dahil olan kişilere, bu kişilerin geçmişte yaşadıklarına, yetiştiği/ait olduğu kültüre, aile yapılarına, bulunulan zaman ve mekana göre değişiklik gösteren kurallar. Ama sonuçta varlar. Ve bu kurallar insanları bir şekilde bir kalıp içine sokuyorlar. İlişki denen şey de o kalıp içinde yaşanıyor. Ayrıca uzun süreli bir ilişki içerisinde kurallar değişebilir ama çiftlerden en az biri mutlaka buna karşı çıkıyor. Mesela ben illişkimin başlarında erkek arkadaşımın kız arkadaşlarıyla görüşmesine karşı çıkıyordum. Oysa benim de görüşmekten zevk aldığım erkek arkadaşlarım vardı. Ben karşı çıktığım için, kendi erkek arkadaşlarımdan da uzaklaşmak zorunda kaldım. Fakat şu an kesinlikle aynı şekilde düşünmüyorum. Peki ben bunu erkek arkadaşıma söylesem -ilişkinin süregelen kurallarından birini değiştirmeyi teklif etsem- nasıl bir tepkiyle karşılaşırım?
Bunları konuşurken yan masadan fotoğraflarını çekmemizi istediler. Kabul ettik, çektik. Sonra masadaki gruptan bir kız iki erkek yanımıza geldi ve muhabbet etmeye başladık. Bundan rahatsızlık duymadım. Duymalı mıydım? Kime göre neye göre? İlişkiye senin de koyduğun kurallar dışına çıkmadıktan sonra ne gibi bir zararı olabilir? Yoksa hiç bahsedilmemiş başka kurallar da mı var?
Konuştuğumuz üç kişiden biri İngiliz'di ve diğerleri de onun burada İngilizce öğretmenliği yaptığı kurstan öğrencileriydi. Öğrenciler mezun olduğum okulu duyunca benim "zengin" olduğumu düşündüler ve bir süre herkesin göründüğü gibi olmadığı ve zengin olan herkesin de züppe olması gerekmediği konusu konuşuldu. Kuzenim İngiliz'e meşhuuur İngiliz aksanı taklidimizi yaptı, hepimiz gülmekten yerlere düşüyorduk. Konuşmanın devamında İngiliz'in buraya geleli henüz bir ay olmasına rağmen haftaya memleketine dönmesi gerektiğini öğrendik ve nedenini sordum. Ailevi problemler dedi. Bunun üzerine ihtisas yaptığım bu konu konuşulmaya başlandı masada. Ailevi problemlerin çocuğa etkileri. Yaşımız 4, 18, 23 yada 26 olsun fark etmez, biz onların çocuğuyuz sonuçta. Neden dönüyorsun? dedim. Sonuçta aile problemleri yüzünden yapmak istediği şeyden vazgeçmiş oluyordu.
Aynısını ben de yapmıştım ve başkalarını bunu yapmamaya ikna etme konusunda kafayı yiyordum. Basitçe "öyle gerektiğini" söyledi. Sonra tüm bu sorunların yanında aslında şükredebileceğimiz bir dolu çeşitli zenginlik-sağlık, yüzün gözün düzgün olması, orada oturup bira içebiliyor olmamız- konuşuldu. Senin yaşadığın problemlerin çok benzerini yaşayan, benzer sorunlara karşı senin hissettiklerinin neredeyse aynısını hisseden biriyle konuşmak çok enteresandı. Böyle birini bulmuşken geçen gün bloguma da yazdığım bir soruyu sordum ona: Güçleniyor muyuz yoksa alışıyor muyuz? Bana güçlendiğimizi, aksi takdirde şu an kafayı yemiş olabileceğimizi söyledi ve bana inandığını ekledi. "Sana inanıyorum, üstesinden gelirsin, çok düşünmemeye çalış." dedi. Masadaki en problemliler olarak birbirimize inanmayı seçtik ve oradan kalktığımızda kendime güvenim artmıştı. E-mail adresimi sordu, ben de verdim ve arkadaş olarak konuşabileceğimizi söyledim. Bugün bana mail attı, tekrar görüşmek istediğini söyledi, ben de herhangi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için erkek arkadaşım olduğunu belirttim (Bunu belirtmenin gerekliliği de ilişki kurallarının en babalarından biri tabi). Belki de sadece bana yazan ve son haftasını bir kızla geçirmek isteyen bir İngilizdi? Nereden bilebilirdim? Ama öyle olmadı (Olsaydı ne farkederdi?). Benimle gerçekten samimi bir şekilde arkadaş oldu, Facebook'tan ekleştik ve ben bundan büyük mutluluk duyuyorum. Beni gerçekten anlayan biriyle konuşurken karşımdakinin dilini, dinini, cinsiyetini unutmak gerçekten çok güzeldi.
Bu durum aslında çoğu ilişkide kimseye rahatsızlık verebilecek bir şey değil diye düşünüyorum. Sonuçta herşey açık ve net. Facebook'ta arkadaş olduğumuz görülüyor. Maillerim oradalar. Erkek arkadaşım ne yaptığımızı sormadı. Sorsaydı anlatırdım ama benim profilime bile herhalde en son iki ay önce bakmıştır zannediyorum. Yine de bilsin istiyorum ama bunu anlatınca da "Neden anlattı ki şimdi bu kız bunu? Yoksa başka bir şey mi var?" diye düşünmesinden çekiniyorum. Oysa durum çok farklı, çok sade.
İlişkinin getirdiği "kurallar"ın rahatsızlığı işte bu. Monogamiden vazgeçelim demiyorum, ama bir yerde otururken şans eseri muhabbet edilen birinin "arkadaş" olamayacağının düşünülmesinden de rahatsız oluyorum. Beş yıllık ilişkimde değişen "kurallar"dan biri bu benim adıma.Çünkü herşey düşünüldüğü kadar kalıplı ve sığ değil. Ben bunun farkındayım peki ya erkek arkadaşım?
Kuzenimle konuştuğumuz bir diğer konu da onun üniversite seçimi. Bologna Üniversitesi'nde Sosyoloji okumayı düşünüyor. Küçüklüğümden beri İtalya'ya ve İtalyanca'ya olan hayranlığımı ama bununla ilgili hiç birşey yapamadığımın pişmanlığını, kuzenim bir yıl İtalya'da okuyunca fark ettim. Ve şimdi üniversiteye oraya gidecek. İlk İtalya gezimde Floransa'da, üniversiteye giderken kalmak isteyebileceğim evlerin fotoğrafını çekmiştim. Hayalim İtalya'da okumaktı. Bunu yapamadım. Lise sonda kendi kendime öğrendiğim İtalyanca dışında dili de geliştiremedim, zaten üstünden yıllar geçti ve öğrendiğim o kadarcık şeyi de unuttum. Hele Sosyoloji'ye duyduğum merağı belirtmeme gerek bile yok. Kuzenime dedim ki: "Anneler vardır ya hayallerinin hiç birini gerçekleştirememiş, kızları onların hayatllerini gerçekleştirirken hem büyük mutluluk duyarlar hem de içleri ezilir. Aynen öyle hissediyorum." O da bana "Biliyorum." dedi.
Ben şimdi buradaki "Hayatın beni yönlendirmesini bekliyorum aşamasından sıçıyoruz galiba aşamasına geçerkenki" hayatımı bırakıp -mesela- kuzenimle birlikte Bologna Üniversitesi'ne gitsem ve orada Sosyoloji masterı yapsam? Ailem konusunda pek bir sorun olacağını zannetmiyorum. Benimle ilgili de bir sorun yok. Orada yaşanması muhtemel "yabancı öğrenci yalnızlığı"na ya da aile özlemine resmen hasretim ve bence bunlar benim ruhumu doyurabilecek duygular. Fakat erkek arkadaşım? İki yıl önce böyle düşünceler içerisindeyken -yurt dışında master- erkek arkadaşım beni engellediği düşüncesiyle benden ayrılmaya kalkmıştı. Uzak mesafe ilişkisi de istemiyordu zaten. Ben de istemiyordum. Peki geçtiğimiz bir buçuk yıl? Tam bir buçuk yıldır erkek arkadaşım uzakta ve biz uzak mesafe ilişkisi yaşıyoruz. Tamam belki Türkiye'de ama en iyi ihtimalle bir buçuk ayda bir görüşüyoruz. Bu sefer ise onu görmeyeli iki ay olacak.
Şimdi biri bana cevap versin: İtalya'ya gitmedim de ne oldu? Yine uzağız. Yine aramızdaki mesafeden dolayı sorunlar yaşıyoruz. En azından ben yaşıyorum ve bu sorunlar salonun ortasında duran bir fil kadar net. Yani erkek arkadaşım yaşamıyor diye ortada bir sorun yok diyemeyiz değil mi?
İtalya'da ya da her hangi başka bir ülkede yüksek lisans yapmam için erkek arkadaşımdan illa ayrılmam mı gerekiyordu yani? En azından neden denemeyelimdi ki? Bu da işte ilişkinin kurallarından bir tanesi. Ama bu kural şu an başka bir şekilde çiğneniyor. Benden uzakta çalışıyor. Ne yani? O para kazanıyor diye uzak mesafe ilişkisi yaşamamız sorun değil ama ben yüksek lisansa gidince mi sorun oluyor? Eğer işler ters giderse ve ayrılırsak ben İtalya'dayken "Mastera çekti gitti, ben ona gitme, yürümez, dedim dinlemedi. Yürütemedik ayrldık." olacak ve o uzakta çalışırken işler ters gider ve bir şekilde ayrılırsak "Ben buraya çalışmaya geldim, para kazanmaya, kendi geleceğimizi kurmaya geldim. Bunun değerini bilemedi, ayrıldık" olur. Yani her türlü işlerin ters gitmesi benim suçum. Bence burada çifte standart var.
Ayrıca, dünyada ilişki yaşayan bütün insanlar benzer kalıplar içerisine nasıl girebilir? Tanışma/ etkileşim/ilişkinin başlaması/kıskançlık/tripler/kavgalar hep benzer temeller üzerinde geçiyor. Sevgilisinin "tribini" çekmeyen ne kadar "marjinal" insan vardır ki? Ya da trip yapmayan? Bunları konuşurken Sosyoloji'ye dalıp tek eşilik konusu üzerine konrta argümanlar da kurduk.
İlişkilerin bir dolu yazısız kuralı var. Her ilişkide dahil olan kişilere, bu kişilerin geçmişte yaşadıklarına, yetiştiği/ait olduğu kültüre, aile yapılarına, bulunulan zaman ve mekana göre değişiklik gösteren kurallar. Ama sonuçta varlar. Ve bu kurallar insanları bir şekilde bir kalıp içine sokuyorlar. İlişki denen şey de o kalıp içinde yaşanıyor. Ayrıca uzun süreli bir ilişki içerisinde kurallar değişebilir ama çiftlerden en az biri mutlaka buna karşı çıkıyor. Mesela ben illişkimin başlarında erkek arkadaşımın kız arkadaşlarıyla görüşmesine karşı çıkıyordum. Oysa benim de görüşmekten zevk aldığım erkek arkadaşlarım vardı. Ben karşı çıktığım için, kendi erkek arkadaşlarımdan da uzaklaşmak zorunda kaldım. Fakat şu an kesinlikle aynı şekilde düşünmüyorum. Peki ben bunu erkek arkadaşıma söylesem -ilişkinin süregelen kurallarından birini değiştirmeyi teklif etsem- nasıl bir tepkiyle karşılaşırım?
Bunları konuşurken yan masadan fotoğraflarını çekmemizi istediler. Kabul ettik, çektik. Sonra masadaki gruptan bir kız iki erkek yanımıza geldi ve muhabbet etmeye başladık. Bundan rahatsızlık duymadım. Duymalı mıydım? Kime göre neye göre? İlişkiye senin de koyduğun kurallar dışına çıkmadıktan sonra ne gibi bir zararı olabilir? Yoksa hiç bahsedilmemiş başka kurallar da mı var?
Konuştuğumuz üç kişiden biri İngiliz'di ve diğerleri de onun burada İngilizce öğretmenliği yaptığı kurstan öğrencileriydi. Öğrenciler mezun olduğum okulu duyunca benim "zengin" olduğumu düşündüler ve bir süre herkesin göründüğü gibi olmadığı ve zengin olan herkesin de züppe olması gerekmediği konusu konuşuldu. Kuzenim İngiliz'e meşhuuur İngiliz aksanı taklidimizi yaptı, hepimiz gülmekten yerlere düşüyorduk. Konuşmanın devamında İngiliz'in buraya geleli henüz bir ay olmasına rağmen haftaya memleketine dönmesi gerektiğini öğrendik ve nedenini sordum. Ailevi problemler dedi. Bunun üzerine ihtisas yaptığım bu konu konuşulmaya başlandı masada. Ailevi problemlerin çocuğa etkileri. Yaşımız 4, 18, 23 yada 26 olsun fark etmez, biz onların çocuğuyuz sonuçta. Neden dönüyorsun? dedim. Sonuçta aile problemleri yüzünden yapmak istediği şeyden vazgeçmiş oluyordu.
Aynısını ben de yapmıştım ve başkalarını bunu yapmamaya ikna etme konusunda kafayı yiyordum. Basitçe "öyle gerektiğini" söyledi. Sonra tüm bu sorunların yanında aslında şükredebileceğimiz bir dolu çeşitli zenginlik-sağlık, yüzün gözün düzgün olması, orada oturup bira içebiliyor olmamız- konuşuldu. Senin yaşadığın problemlerin çok benzerini yaşayan, benzer sorunlara karşı senin hissettiklerinin neredeyse aynısını hisseden biriyle konuşmak çok enteresandı. Böyle birini bulmuşken geçen gün bloguma da yazdığım bir soruyu sordum ona: Güçleniyor muyuz yoksa alışıyor muyuz? Bana güçlendiğimizi, aksi takdirde şu an kafayı yemiş olabileceğimizi söyledi ve bana inandığını ekledi. "Sana inanıyorum, üstesinden gelirsin, çok düşünmemeye çalış." dedi. Masadaki en problemliler olarak birbirimize inanmayı seçtik ve oradan kalktığımızda kendime güvenim artmıştı. E-mail adresimi sordu, ben de verdim ve arkadaş olarak konuşabileceğimizi söyledim. Bugün bana mail attı, tekrar görüşmek istediğini söyledi, ben de herhangi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için erkek arkadaşım olduğunu belirttim (Bunu belirtmenin gerekliliği de ilişki kurallarının en babalarından biri tabi). Belki de sadece bana yazan ve son haftasını bir kızla geçirmek isteyen bir İngilizdi? Nereden bilebilirdim? Ama öyle olmadı (Olsaydı ne farkederdi?). Benimle gerçekten samimi bir şekilde arkadaş oldu, Facebook'tan ekleştik ve ben bundan büyük mutluluk duyuyorum. Beni gerçekten anlayan biriyle konuşurken karşımdakinin dilini, dinini, cinsiyetini unutmak gerçekten çok güzeldi.
Bu durum aslında çoğu ilişkide kimseye rahatsızlık verebilecek bir şey değil diye düşünüyorum. Sonuçta herşey açık ve net. Facebook'ta arkadaş olduğumuz görülüyor. Maillerim oradalar. Erkek arkadaşım ne yaptığımızı sormadı. Sorsaydı anlatırdım ama benim profilime bile herhalde en son iki ay önce bakmıştır zannediyorum. Yine de bilsin istiyorum ama bunu anlatınca da "Neden anlattı ki şimdi bu kız bunu? Yoksa başka bir şey mi var?" diye düşünmesinden çekiniyorum. Oysa durum çok farklı, çok sade.
İlişkinin getirdiği "kurallar"ın rahatsızlığı işte bu. Monogamiden vazgeçelim demiyorum, ama bir yerde otururken şans eseri muhabbet edilen birinin "arkadaş" olamayacağının düşünülmesinden de rahatsız oluyorum. Beş yıllık ilişkimde değişen "kurallar"dan biri bu benim adıma.Çünkü herşey düşünüldüğü kadar kalıplı ve sığ değil. Ben bunun farkındayım peki ya erkek arkadaşım?
Kuzenimle konuştuğumuz bir diğer konu da onun üniversite seçimi. Bologna Üniversitesi'nde Sosyoloji okumayı düşünüyor. Küçüklüğümden beri İtalya'ya ve İtalyanca'ya olan hayranlığımı ama bununla ilgili hiç birşey yapamadığımın pişmanlığını, kuzenim bir yıl İtalya'da okuyunca fark ettim. Ve şimdi üniversiteye oraya gidecek. İlk İtalya gezimde Floransa'da, üniversiteye giderken kalmak isteyebileceğim evlerin fotoğrafını çekmiştim. Hayalim İtalya'da okumaktı. Bunu yapamadım. Lise sonda kendi kendime öğrendiğim İtalyanca dışında dili de geliştiremedim, zaten üstünden yıllar geçti ve öğrendiğim o kadarcık şeyi de unuttum. Hele Sosyoloji'ye duyduğum merağı belirtmeme gerek bile yok. Kuzenime dedim ki: "Anneler vardır ya hayallerinin hiç birini gerçekleştirememiş, kızları onların hayatllerini gerçekleştirirken hem büyük mutluluk duyarlar hem de içleri ezilir. Aynen öyle hissediyorum." O da bana "Biliyorum." dedi.
Ben şimdi buradaki "Hayatın beni yönlendirmesini bekliyorum aşamasından sıçıyoruz galiba aşamasına geçerkenki" hayatımı bırakıp -mesela- kuzenimle birlikte Bologna Üniversitesi'ne gitsem ve orada Sosyoloji masterı yapsam? Ailem konusunda pek bir sorun olacağını zannetmiyorum. Benimle ilgili de bir sorun yok. Orada yaşanması muhtemel "yabancı öğrenci yalnızlığı"na ya da aile özlemine resmen hasretim ve bence bunlar benim ruhumu doyurabilecek duygular. Fakat erkek arkadaşım? İki yıl önce böyle düşünceler içerisindeyken -yurt dışında master- erkek arkadaşım beni engellediği düşüncesiyle benden ayrılmaya kalkmıştı. Uzak mesafe ilişkisi de istemiyordu zaten. Ben de istemiyordum. Peki geçtiğimiz bir buçuk yıl? Tam bir buçuk yıldır erkek arkadaşım uzakta ve biz uzak mesafe ilişkisi yaşıyoruz. Tamam belki Türkiye'de ama en iyi ihtimalle bir buçuk ayda bir görüşüyoruz. Bu sefer ise onu görmeyeli iki ay olacak.
Şimdi biri bana cevap versin: İtalya'ya gitmedim de ne oldu? Yine uzağız. Yine aramızdaki mesafeden dolayı sorunlar yaşıyoruz. En azından ben yaşıyorum ve bu sorunlar salonun ortasında duran bir fil kadar net. Yani erkek arkadaşım yaşamıyor diye ortada bir sorun yok diyemeyiz değil mi?
İtalya'da ya da her hangi başka bir ülkede yüksek lisans yapmam için erkek arkadaşımdan illa ayrılmam mı gerekiyordu yani? En azından neden denemeyelimdi ki? Bu da işte ilişkinin kurallarından bir tanesi. Ama bu kural şu an başka bir şekilde çiğneniyor. Benden uzakta çalışıyor. Ne yani? O para kazanıyor diye uzak mesafe ilişkisi yaşamamız sorun değil ama ben yüksek lisansa gidince mi sorun oluyor? Eğer işler ters giderse ve ayrılırsak ben İtalya'dayken "Mastera çekti gitti, ben ona gitme, yürümez, dedim dinlemedi. Yürütemedik ayrldık." olacak ve o uzakta çalışırken işler ters gider ve bir şekilde ayrılırsak "Ben buraya çalışmaya geldim, para kazanmaya, kendi geleceğimizi kurmaya geldim. Bunun değerini bilemedi, ayrıldık" olur. Yani her türlü işlerin ters gitmesi benim suçum. Bence burada çifte standart var.