Geçen 5 Yılın Farkına Dair Uzun ve Erken Bir Yazı
Saat 06:05 ve ben uyuyamadım. Uyumak için çaba sarf etmedim zaten. Sonuç olarak da kalktım,kahvaltı ettim, kahvemi içiyorum. Uyumak için çaba sarf etmememin nedenleri:
1-Yatmadan yarım saat önce elektriğin kesilmesi. Tek başıma ilk elektrik kesintim. Kendi çabamla bilgisayar ışığı-telefon ışığı-çakmak-mum yolunu izleyişim ve ışığa kavuşmam. Kavuştum ama yine de tedirginliğim gitmedi. Ben henüz evdeki tüm mumları yakmayı başaramamışken elektrik de zaten geri geldi. Yatarken, yatağımın yanındaki gece lambamın açık olması yeterince güven vermediği için mum da aldım. Tüm bu gerilim, karanlığı bertaraf etmeden, uyumanın huzuruna varmaktan vazgeçmeme neden olmuş olabilir.
2-İngilizce tanımlamalardan nefret etsem de aklıma gelen ilk tanımlama olan reminiscing. Yani eski günleri anmak vs. Bir anlamda nostalji yapmak. Böyle bir hastalığım var ve belli aralıklarda atak halinde geliyor. Neyle ilgili olduğu hiç önemli değil, eski günlere ait olsun yeter. Belki de mevcut günden memnun olsam böyle bir arayışım olmaz. Ama zaten herkesin eski günleri düşünme zevki yok mudur?
Eski günleri anmak adına ilk girişimim yaklaşık dokuz yıl önce kullandığım e-mail adresini geri açma çabalarımla başladı. Üstelik de telefonun minnacık ekranından! Denedim, olmadı. Google'da araştırmalara daldım, aradığım bilgiyi bulamadım. Zaten o küçücük yazıları okumaya çalışana kadar azıcık olan uykum da iyice kaçtı. O zamanki ID'm ile tekrar mail adresi aldım, sanki eski mailler orada dururmuş, beni beklermiş gibi. Sonuç:Elde var sıfır.
İkinci girişimim ise altı yıl önce kullandığım, hotmail.it uzantılı e-mail adresimi açma çabası. Onda da elde var sıfır.
![]() |
Hahahaha! Çok iyi! |
Yetinmedim. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yıllar önce dondurduğum, geçen sene şans eseri girebildiğimi fark ettiğim eski Facebook hesabım. Telefonumun minicik ekranından eski hesabıma girerken sanki bambaşka birinin hayatına dalıyormuşum gibi bir hisse kapıldım. O kadar ben değildi ki o hesabın sahibi. Haber kaynağında beni tatmin edebilecek hiçbir şey yoktu. Bodoslama mesajlara daldım. Şu anki sevgilimin mesajları, ondan önce tanışmaya çalışan insanlar, yakın arkadaşlarımla muhabbetlerim,vs.

Arkadaşlarımla, kuzenimle konuşmalarım da çok yabancı geldi. Bütün kelimeleri kısaltma gibi bir hastalık vardı o zamanlar insanlarda. Daha doğrusu yaşıtlarımda. Aynı zamanda bir sevgi böcekliği de sezdim. Kız arkadaşlarla sonu gelmeyen "sni çok seviorm!" lar mesela. İnsanın yaşı da ilişkileri de ilerledikçe sevgisini sözlere bu kadar dökmeye hevesli olmuyor nedense. "Nasıl olsa onu sevdiğimi biliyordur" hissiyatı, güveni mi var acaba?
Bir de tabi tanışmak için mesaj atanlar. Yüzdeye vursak mesaj atanların %85'ini terslemişim. Görev bilirdim o zamanlar: Tanışmak için mesaj atanlar terslenecek! Şimdi ise kimseyi her ne nedenle olursa olsun terslememeyi tercih ederim. Ya cevap atmazsın, ya da kibarca reddedersin. Neden terslemek? Belki de ego tatmini? Bir mesaj gördüm, orta okulda uzaktan uzağa beğendiğim, lisedeki bir çocuğa mesaj atmışım! Bakar mısın cesarete? Ya da şaşırmam anormal mi acaba? Olması gereken mi o? Bir de muhabbet kurmuşum çocukla. Sonra nasıl olduysa muhabbet ettiğim bir başka kişi. Onunla da isimlerimizin anısı üzerine konuşulmuş, sonra kankaya bağlanmış ama tabi sonra muhabbet kopmuş. Az önce o kişinin profiline baktım. Bebeği olmuş! İnanabiliyor musun? Evlenmiş ve bebeği olmuş. Evet, benden yedi yaş büyük. Ama bebek? Neden şaşırıyorum ki? Aradan geçen zaman bir bebeğin doğmasını imkansız kılacak altı ay değil, beş yıl!

Böyle de acayip bir huyum var. İlla bir karma temizliği yapmam lazım! İlla hakkını teslim etmem lazım bir şeylerin, birilerinin. Aradan yıllar geçse de, durum saçmalaşsa da.
Bazen düşünüyorum: Tam o zamanlarda erkek arkadaşım devreye girmeseydi ne olurdu, ne olurdum? Şimdi ne yapıyordum? Nasıl yaşıyordum? Bunların hiç birinin cevabını bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, hiçbir şey daha iyi olmazdı. Kendini kaybetmeye meyilli bir bünyem var. Sağlam bir ilişkim, bana sahip çıkan bir erkek arkadaşım olmasaydı kendimi büyük ihtimalle kaybederdim. En azından ailemle ilişkim daha sorunlu olurdu, daha fazla içerdim, hala insanları reddetmekten zevk alıyor olurdum, daha fazla pişmanlığım olurdu.
Peki o zamanlardaki halimle şimdiki halimin tezatlığını neye borçluyum? O mesajlardaki neşe, vurdumduymazlık şimdi yok. Ama o görgüsüzlük, aşağı görürlük de yok. Aradan geçen zamanın çok olumlu izler bırakmadığı kesin bende. Yaşananların kolay olmadığı da. Zaten on yedi yaşımdaki değil, yirmi yaşımdaki neşe de yok bende. O canlılık, "Ne olursa olsun ayakta dururum!" özgüveni. Hayallerin gerçekleşeceğine dair inatla devam eden inanç. Artık hiç bir hayalin o kadar da kolay gerçekleşmediğini, hatta çoğunun yıllar geçtikçe aklına daha az gelmeye ama aklına geldikçe daha çok acıtmaya başlayan düşler silsilesi olduğunu fark etmek. Kuzenimin dediği gibi: Mutluluğun olmadığını, mutluluk zannettiğimiz hislerin anlık sevinçlerden ibaret olduğunu anlamak.
Hangi halim daha iyi bilmiyorum. Bir beş yıl sonra bu yazılarıma şaşıracak mıyım? İyi anlamda mı şaşıracağım yoksa kötü anlamda mı?
Şu an şükretmek istediğim bir şey var: Sağlıklıyım, ailem sağlıklı, bir aradayız. Bu sabah uyumaktan vazgeçip kalktığımda, keşke meşgul olacağım bir işim olsaydı, sıkılmazdım, diye düşünürken bu yazıyı yazdım. Çalışıp para kazanmıyorum ama uyumama lüksüm var. Sabahın beşinde kalkıp yedi buçuğa kadar yazı yazma lüksüm var. Oturup eskiyi düşünme lüksüm var. Bunun için şükürler olsun!