Kiwi-Melon

Bu krem, beni geçtiğimiz yaza bağlayan tek şey. Daha doğrusu en güçlü şekilde bağlayan, bağımın kopmamasını sağlayan. Zaten kokular her türlü maddeden daha fazla hatırda kalmıyor mu? Kokular sürekli birilerini çağrıştırmıyor mu?

Bu koku, annemin, babamın ve benim, bizim, sorunlarımız olsa da, o sorunların hiç çözülmeme ihtimali bulunsa da hala aile olduğumuzun ve bir arada bulunduğumuzun kokusu. Dört ay sonra büyük ihtimalle ayrı evlerde yaşayacağımızı bilsek de bunu düşünmemeye çalışmanın kokusu. Sanki sorunlar çözülebilirmiş gibi denize girmenin, güneşlenmenin kokusu bu krem. Bodrum'un ve Çeşme'nin akşamüstü duştan çıkınca kokusu. Arada sorunlar aklımıza gelince ya da kendilerini gösterince kafamızdan silip atmaya çalışmamızın ya da kendi çaplarımızda çözüm arayışımızın kokusu. Karides çiftliğinin, Bodrum Marina'nın, Bitez'in, evden çıkışımızın, geçen yıl keşfettiğimiz harika koyun, babamın bizi arabada bekleyişinin, annemin bitmek bilmez fotoğraf sevdasının, bunalımının, tartışmaların, sakinliğin, yorucu ama bir arada geçirilmiş bir tatilin -son tatilin- kokusu. Arabayı hala babamın kullandığı, annemin de onun yanında oturduğu koku bu. Çeşme'nin o muhteşem renkteki denizinin kokusu. İskelede annemle babamın ortasındaki şezlongda güneşlenirken beynimi sıfırlayıp mayışmamın kokusu. Akşam altıda, plaj boşalmaya başladığında ve ben üşürken annemle babamın tavla oynamasının, annemin her birasını saymamın kokusu. Endişe kokusu. Endişe üstümüze yaz günü kocaman gri bir bulut gibi çökse de bir arada olmamızın kokusu işte.

Geçen yaz bu kremi aldığım günü hatırlıyorum. Herhangi bir güzel kokan vücut kreminden farksızdı benim için. Her akşamüstü duştan sonra sürüyordum. Kullanmayı çoktan bırakmıştım. Başka bir krem almıştım ki yenisi bu kadar güzel kokmuyordu. Geçen hafta bu kremi gördüm dolapta, her duştan sonra gördüğüm gibi. Bu kez sürmeye karar verdim, krem vücudum tarafından emilirken beynim de geçen yaz yaşanan her duyguyu, bulunulan her mekanı gözümün önüne bombaladı resmen.

O günleri, hislerimi, aşırı gözlemciliğim ve farkındalığım yüzünden annemle babamın da hissettiklerini, hepimizin yaşadığı her anı hatırlıyorum. Zaten geçen yıl olan hiçbir şeyin üstesinden gelebilmiş değilim. Ne bir dolaba attım, sakladım, ne de yüzleşip halletim ve geride bıraktım. İkisini de yapamadım, bu yüzden olduk olmadık yerde, zamanlarda, bazen alakalı bazen alakasız insanlara patlamama sebep oluyor. Hele annemin bir gün sarhoş şekilde ağlayarak arabayla evden teyzeme gelmesi. O günü hiç unutmuyorum. 12 Temmuz. Ben teyzemlerde kalıyordum çünkü annem iki gün önce yine sarhoştu ve ben bir saniye daha evde durursam delirecektim. Gündüz vaktiydi, duşa girecektim. Annemin temiz kıyafetler getirmesini bekliyordum. Kuzenimle balkonda oturuyorduk ve bana ısrarla duşa girmek için annemi beklemememi, onun kıyafetlerinden birini giyebileceğimi söylüyordu. Teyzemin yüzündeki endişeye ise sonradan anlam verebildim. Meğer annem yolda teyzemi aramış, sarhoşmuş ve ağlıyormuş. Sonra da telefonu kapalı çıkmış. Kuzenimin ısrarının sebebi de ben duştayken annemin kendini en azından biraz toplamasını istemeleriymiş. Düşünebiliyor musun? Ya ölseydi? Nasıl geldiğini hatırlamıyor bile! Ya ÖLSEYDİ? Böyle bir lüksünün olmadığının farkında değildi. Ama o gün anneme çok iyi bir ders oldu, en azından o öyle söylüyor. Ben ise anneme hala güvenmiyorum.

Geçen hafta annem sarhoş oldu. Geçtiğimiz Ekim ayından beri ilk kez. Üstelik "iyi bir sarhoş" değildi. Ağlıyordu, gitmek istiyordu, hatta araba kullanmak istiyordu. Onu kapının önünde omuzlarından sıkıca tutup gitmemesini sağlamaya çalışırken ve gözümden akan ama sesime, duruşuma etki etmeyen yaşlara hakim olmaya uğraşırken aklıma Babam ve Oğlum filmi geldi. Kapılar kitlendi, çantası saklandı. Çok uzun uğraşlar sonucu annem gitmekten vazgeçti. Gitmek yerine kapının önünde yere yığıldı ve ağlamaya devam etti.

Benim sinirimi en çok bozan bu yaşananlar değil, yaşananların konuşulmaması. Birşey olmamış gibi devam etmek. Babam annemle tartıştıklarında, yarım saat  sonra anneme bir şey olmamış gibi davranırdı ve annemden de tartışmayı unutmasını beklerdi. Annem bundan nefret ederdi, unutmazdı, daha çok yeniydi. Gerilim bir kaç gün sürer, sonra konuşulur ve halledilirdi. Şimdi annem nefret ettiği şeyi bana yapıyor. O gecenin ilerleyen saatlerinde, benim yaşıma bir on yıl daha eklendikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi benimle muhabbet ediyordu. Psikolojisi kötü olduğu için bu sefer ona elimden geldiğince uyum sağlamaya çalıştım, o günü böylece atlattık. Bunu kovalayan günlerde de o gece yaşananlar konuşulmadı.

Fakat dün, nedenini şu an hatırlamadığım bir tartışmada, annemin o geceki halini ve bana söylediklerini annemin yüzüne vurdum nefretle. İçinde hayal kırıklığı, bir yıldan fazla süre birikmiş kızgınlık, sustukça içime akanların yoğunluğu, aylarca yapılan mutlu rolünün yorgunluğu, hayatta bana en yakın iki insana -anneme ve babama- zerre güvenmemenin verdiği sorumluluk ve tek başına ayakta durma zorunluluğu olan nefret. Anneme değil ama annemin ortağı olduğu yaşananlara nefret. Nefretimin o farkında değildi -belki de o sırada yüzümü görmediği için- ama ben farkındaydım. Bu yüzden benden özür dileyip, insan kızgın olduğunda alakasız olsa da en yakınındakine çatıyor, dediğinde gizlice ağladım.