Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ANNE

Resim
Madem Anneler Günü geliyor, her yerde Anneler Günü ile ilgili reklamlar, laflar, o zaman ben de ANNE'yle ilgili bir yazı yazayım dedim. Sonra baktım, başkaları ne yazmış, ekşi sözlük'e girdim, herkes birbirinin kalbine tercüman olmuş. Her yıl anneme destanlar yazarım, hem Anneler Günü'nde hem doğumgününde. Bu sefer destanı ben yazmayacağım. Ekşi sözlük'te annelerle ilgili yazılanlardan bana tercüman olanların bir kolajını yapacağım! Ekşi sözlük yazarları benim muhtemelen unutacağım şeyleri de eklemiştir. 229 sayfa var, tabi ki hepsini okuyamam. Rastgele seçeceğim. Annem olsaydı okurdu diyemeyeceğim, o da üşenirdi! Hahaha, yerim onu ben! Hatta burada biriktirip hazırlayacağım Anneler Günü kağıdımı. Bu arada benim de anneme dair hiç unutmadığım, hiç de unutmayacağım bir anım var. Yani anı değil, "an". Hatırladığım kadarıyla şöyle: Bodrum'dayız. Annem, babaannem ve ben aynı evde kalıyoruz. Babam işinin başında, Antalya'da. ÖSS sonuçları gelmiş, yumurtal...

Unspoken Rules

Resim
Dün gece kuzenimle Beyoğlu'nda bir barda, dışarıdan gelen ışığın aydınlattığı masamızda ilişkilere farklı bir açıdan bakmaya çalıştık. Dedik ki; Evlilik nası bize toplumun dayattığı bir olgu ise ve bunu yaşamanın gerekliliği de toplum dayatması sonucu "başarı" haline geliyorsa, ilişki de toplumun dayattığı bir olgu. O yüzden "Evlenmek istemiyorum.Birlikte yaşayalım" diyenler de aslında toplumun dayattığı bir olgudan kaçarken diğerine tutuluyor. Dayatılana karşı çıktığını ve kendi yolunu çizdiğini zannediyor ama olay o kadar basit değil. Ayrıca, dünyada ilişki yaşayan bütün insanlar benzer kalıplar içerisine nasıl girebilir? Tanışma/ etkileşim/ilişkinin başlaması/kıskançlık/tripler/kavgalar hep benzer temeller üzerinde geçiyor. Sevgilisinin "tribini" çekmeyen ne kadar "marjinal" insan vardır ki? Ya da trip yapmayan? Bunları konuşurken Sosyoloji'ye dalıp tek eşilik konusu üzerine konrta argümanlar da kurduk. İlişkilerin bir dolu yazıs...
Hayatım suçluluk duymakla geçiyor. İnsanlara kızıyorum, suçluluk duyuyorum. Program yapıyorum ama gidemiyorum, suçluluk duyuyorum. Babamın evinde buzdolabını açıyorum, yalnızlığının biralarını, viskilerini, rakısını görüyorum, suçluluk duyuyorum. Annem bana bir yere giderken benle gel diyor, istemiyorum, suçluluk duyuyorum, gidiyorum. Hastalanıyorum, spora gidemiyorum, suçluluk duyuyorum. Anneanneme, sana geleceğim, diye mesaj atıyorum ama halsizliğimden gidemiyorum, o nerdesin diye arıyor, suçluluk duyuyorum. Babaannemi ziyaret etmiyorum, suçluluk duyuyorum. Teyzem bana gel dediğinde tamam diyorum, ama sonra gitmiyorum, suçluluk duyuyorum. Teyzemin çocuklarından birine kızıyorum, sonra acaba büyüyünce benden nefret eder mi diye düşünüyorum, suçluluk duyuyorum. İş görüşmesine gittiğim yerden geri aramadılar, suçluluk duyuyorum. Anneannem "insanlara" benim iş bulamadığımı söylemekten utandığını anlatınca hem nefret ediyorum hem de suçluluk duyuyorum. Etrafımdakiler...

Kiwi-Melon

Resim
Bu krem, beni geçtiğimiz yaza bağlayan tek şey. Daha doğrusu en güçlü şekilde bağlayan, bağımın kopmamasını sağlayan. Zaten kokular her türlü maddeden daha fazla hatırda kalmıyor mu? Kokular sürekli birilerini çağrıştırmıyor mu? Bu koku, annemin, babamın ve benim, bizim, sorunlarımız olsa da, o sorunların hiç çözülmeme ihtimali bulunsa da hala aile olduğumuzun ve bir arada bulunduğumuzun kokusu. Dört ay sonra büyük ihtimalle ayrı evlerde yaşayacağımızı bilsek de bunu düşünmemeye çalışmanın kokusu. Sanki sorunlar çözülebilirmiş gibi denize girmenin, güneşlenmenin kokusu bu krem. Bodrum'un ve Çeşme'nin akşamüstü duştan çıkınca kokusu. Arada sorunlar aklımıza gelince ya da kendilerini gösterince kafamızdan silip atmaya çalışmamızın ya da kendi çaplarımızda çözüm arayışımızın kokusu. Karides çiftliğinin, Bodrum Marina'nın, Bitez'in, evden çıkışımızın, geçen yıl keşfettiğimiz harika koyun, babamın bizi arabada bekleyişinin, annemin bitmek bilmez fotoğraf sevdasının, buna...

Geçen 5 Yılın Farkına Dair Uzun ve Erken Bir Yazı

Resim
Saat 06:05 ve ben uyuyamadım. Uyumak için çaba sarf etmedim zaten. Sonuç olarak da kalktım,kahvaltı ettim, kahvemi içiyorum. Uyumak için çaba sarf etmememin nedenleri: 1-Yatmadan yarım saat önce elektriğin kesilmesi. Tek başıma ilk elektrik kesintim. Kendi çabamla bilgisayar ışığı-telefon ışığı-çakmak-mum yolunu izleyişim ve ışığa kavuşmam. Kavuştum ama yine de tedirginliğim gitmedi. Ben henüz evdeki tüm mumları yakmayı başaramamışken elektrik de zaten geri geldi. Yatarken, yatağımın yanındaki gece lambamın açık olması yeterince güven vermediği için mum da aldım. Tüm bu gerilim, karanlığı bertaraf etmeden, uyumanın huzuruna varmaktan vazgeçmeme neden olmuş olabilir. 2-İngilizce tanımlamalardan nefret etsem de aklıma gelen ilk tanımlama olan reminiscing. Yani eski günleri anmak vs. Bir anlamda nostalji yapmak. Böyle bir hastalığım var ve belli aralıklarda atak halinde geliyor. Neyle ilgili olduğu hiç önemli değil, eski günlere ait olsun yeter. Belki de mevcut günden memnun ol...

KAÇMAK

  Bugün iki kere bulunduğum ortamdan kaçmak ama koşarak kaçmak istedim. İlkinde direndim, ikincisinde ise kendimi özgür bıraktım. Bir yandan rahatladım, bir yandan daha da çok kaçmak istedim. Yetmedi. Hem özgürleştim, hem doyumsuzlaştım. Oturdum, adı KAÇIŞ olacak bir resim yapmak istedim. Benim için KAÇIŞ dışında her şeye benzedi. Anladım ki resimle anlatamayacağım kaçışı, o zaman yazayım dedim. Öyle bir kaçış ki bu, korkak değil. O yüzden sonundaki "ş" harfinin tınısı hiç yakışmıyor. KAÇMAK daha iyi gidiyor sanki, sonundaki "k"nin sertliğiyle birlikte. Öyle bir kaçmak ki, musluktan akarcasına, o da yetmedi. Öyle bir kaçış ki kocaman bir sel gibi! Durmamacasına. Zincirlerinden kopan bir hayvan gibi! Ardına hiç bakmadan, ardına bakmayı aklına bile getirmeden! Sadece KAÇMAK! Boğulduğumu hissediyorum bazen. O zaman kaçasım geliyor. Kaçınca da yetmiyor işte, bu sefer daha da uzağa kaçmak istiyor insan. Sonra kaçamadığına nefret doluyor içi. O nefret büyüyor, her ...